Perşembe günü 7. günündeki BBC grevini ziyaret ettik.
On küsur gazeteci Gümüşsuyu yokuşunun üzerinde, Maçka Parkı’nın bitimindeki işyerlerinin girişinde grevlerini sürdürüyor. BBC’nin İstanbul ofisinde çalışan grevciler şirketin 2021 senesi için kendilerine %7 zam yapmasının ardından hareketlenip arayışa girmişler. İlgili sendikaları arayıp tarayıp bir karar vermişler ve geçtiğimiz aylarda Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda (TGS) sendikalaşmalarını tamamlamışlar.
İlk toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde BBC kendilerine 2022 için %20lik bir zam teklifiyle gelince haklı olarak bunu reddetmişler. BBC geri adım atmayınca da greve çıkmışlar. İnsan işte sendikalı olunca böyle onur kırıcı tutumlara hayır diyebiliyor. Keşke biz de diyebilsek.
Öncelikle sohbette gündeme gelen ilk konuyu belirtelim: Gümüşsuyu gerçekten çok soğuk ve rüzgarlı. Grevcilere kolay gelsin. Öte yandan belli ki çok merkezi bir yerde olmalarının etkisi ve sektörde yıllardan sonraki ilk grev olmalarının heyecanıyla ziyaretçileri bol. Biz gittiğimizde de en az bizim kadar bir ziyaretçi kalabalığı daha vardı. Ne güzel.
Grevcilerin ikinci belirttiği husus da bu grevin 2009’dan beri sektördeki ilk grev olması. Sendikaları TGS, 2009’da ATV-Sabah gazetesinde örgütlenmiş ve ardından greve çıkmıştı. ATV-Sabah yönetimi örgütlenmenin ardından sendika üyelerini çok hırpalamış, bu sebeple istifalar olmuş, greve 10 gazeteci çıkabilmişti. Barbaros bulvarındaki ATV-Sabah binasının önünde epey de uzunca bir süre asılı kalan “Bu İşyerinde Grev Var” pankartı doğrusu çok havalıydı. O zaman Boğaziçi Üniversitesi’nde talebeyken çok ziyaretlerine gitmiş, yürüyüşlerine katılmış, okulda kalabalık bir etkinlikte kendilerini ağırlamıştık. Express dergisinin “Güzel Onlu” başlığıyla kendileriyle yaptığı efsane röportaj hala akıllardadır.

Sohbette konunun hemen geldiği üçüncü husus da yakın zamanda Halk TV, Hürriyet ve Cumhuriyet’te yaşanan, ancak işverenlerin baskısıyla şimdilik bastırılmış görünen sendikalaşma girişimleri. Muhalif de olsa anaakım da konu işçinin hakkı hukuku olunca patronlar bir ve aynı. Geçen okuduğum hoş bir yazıda hatırlatıldığı üzere, burjuvazi sonuna kadar “kendisi-için-sınıf.” Kurumları var, kültürü var, hakimiyeti var. Konu işçisi, işçisinin hak arayışı olunca kafası çok net, davranışı bir ve aynı.
BBC’nin Türkiye’de başta Ankara ve Diyarbakır olmak üzere başka ofisleri de varmış, ancak oralarda çalışanların statüleri farklıymış. Dolayısıyla aynı işverene bağlı ve işçi olarak çalışanlar İstanbul’dakilermiş ve onların hepsi greve katılmış.
Yaşanan sıkıntılar BBC’deki gazetecileri arayışa sürükledi demiştik. 2019’da TGS’nin yabancı bir haber kuruluşu olan Reuters’te örgütlenmesi ve TİS imzalaması kendilerine ilham vermiş. Kendi örgütlenmelerinin de hem Türkiye’deki başka medya kuruluşlarında hem de BBC’nin dünyanın dört bir yanındaki farklı ofislerinde çalışan gazetecilere örnek olacağını düşünüyorlar.
Söz konusu olan gazeteciler gibi üniversite mezunu, bir diğer yaygın terimle beyaz yakalı işçiler olunca konu bu meseleye de geliyor. Beyaz yakalı ortalamasının sendikalaşmaya mesafesi malum. Mavi yakalılar arasında da sendikaların eski popülerliği yok elbette. Ama beyaz yakada kendi has bir takım ek engeller yok değil. BBC grevcileri bunları kolay aşmış görünüyorlar. Birbirlerini nispeten kolay örgütlenmişler ya da teveccüh gösterdiler. Reuters örgütlenmesi ve BBC’nin merkezinde güçlü bir İngiliz sendikasının örgütlü olması onlar açısından zihin açıcı olmuş.

Türkiye’de beyaz yakalı grevi en son ne olmuştu diye düşününce insan hemen sayamıyor. Aslında kamuda çalışan sağlık emekçileri, doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları ülkemizde nispeten sık greve çıkarlar. Memurların grev hakkı olmadığı için bunlar kısa, yarım ya da bir günlük fiili grevler olur. Daha geçtiğimiz ay, Aralık’ın 15’inde yine böyle bir grev yaptılar.
Ancak özel sektör dedik mi orada işler daha karışık. Aklıma yakın dönemden bir tek hükümetin yasakladığı 2017’deki Akbank grevi geliyor. Öte yandan şunu hatırlamak lazım: Ülkemizde yasanın verdiği grev yasaklama yetkisini son yıllarda bol keseden kullanan AKP zaten grev hakkını neredeyse fiilen askıya almış durumda. 2018 Şubat ayında tam 130 bin işçinin çıkmaya hazırlık yaptığı metal sektörü grevinin bir kalemde nasıl yasaklandığını hatırlayalım. Düşünebiliyor musunuz 2018 Türkiye’sinde 130 bin işçi greve çıkacaktı!
Beyaz yaka meselesine ve özel olarak gazetecilik sektörüne geri dönelim. Sendikalar kanunu gereğince ülkemizde resmi 20 işkolu tanımlanmış durumda ve sendikalar bu işkollarından sadece birinde faaliyet göstermek zorunda. Gazetecilerin girdiği işkolu 8 No’lu Basın, Yayın ve Gazetecilik işkolu. Bu işkolu meselesi mühimdir, çünkü pek çok işçi niyet edip örgütlenmeye karar verdiğinde, varsaydıklarından, olması gerekenden farklı bir işkolunda çalışır durumda gözüktüğünü fark eder. İşverenler bu konuda keyfi davranma imkanına sahiptir. İşçinin, sendikaların işkollarını düzeltmek için dava açma hakkı vardır, ama bunlar çok uzun sürer.
İşkolunun ikinci önemi, sendikaların bir işyerinde yetki alabilmek için aşmaları gereken birinci baraj olan işkolu barajı ile alakasıdır. Bir sendika TİS imzalayabilmek için bulunduğu işkolunda resmi olarak çalışır gözüken işçilerin %1’ini üye yapmak zorundadır.
8 No’lu Basın, Yayın ve Gazetecilik işkoluna göz atalım. 2021 Temmuz ayı itibariyle işkolunca çalışan sayısı 93 binmiş. Bu nispeten küçük bir işkolu. 2013’te 104 bin olan bu sayının o günden bugüne azalmış olması gazetecilik sektörüne dair bir fikir veriyor bizlere.
Peki sektörde hangi sendikalar var?
En kalabalık sendika, 3.813 üyeyle 2012’de kurulmuş olan, Hak-İş üyesi Medya-İş. Medya-İş, hükümetin desteği ile kamu kurumlarında örgütlenerek hızlıca büyüyen Memur-Sen ve Hak-İş sendikalarından biri belli ki. Anadolu Ajansı’nda örgütlüler. Başka nerede örgütlü olduklarını internet sitelerinden anlamak pek mümkün değil. “Yerel gazetelerde” demişler ama isim bulmak güç.
İkinci sırada gelen, 2.322 üyeyle Türk-İş’e bağlı Basın İş. Bu sendika gazetecilerden ziyade matbaa çalışanlarının sendikası gibi görünüyor.
İşkolunda üye sayısı bakımından dördüncü sendika olan, 354 üyeli ve DİSK’e bağlı Basın İş’i de analım.

BBC grevcilerinin örgütlendiği TGS ise 1.366 üyeyle üçüncü sırada geliyor. Türk-İş üyesi. 2013’te üye sayısı 817 olan TGS kendisi açısından kıymetli bir büyüme göstermiş. TGS’nin internet sitesini incelediğinizde alışıldık sendikalardan daha canlı, daha albenili ve sanırım daha şeffaf bir profille karşılaşıyorsunuz. İnternet sitelerinde kırık bazı linkler/başlıklar havayı bir miktar bozuyor, ama yine de ortalamanın çok üzerinde bir site. Fatih Portakal, İsmail Saymaz ve Ayşenur Arslan gibi isimlerden destek mesajları hoş. Doğrusu pek çok mecliste konuşulan, keşke olsa denen, beyaz yakalılara dönük, onların ilgisini çekebilecek bir örgütlenme söylemi ve özeni söz konusu gibi görünüyor.
TGS yetkili olup TİS imzaladığı işyerlerinin listesini sitesine koymuş: Reuters, Refinitiv, Evrensel, Birgün, 9 Eylül, Bianet, Gazete Duvar, Yön Fm, Cem TV ve ARD. Bu kurumlar sol niteliği belirgin olan yerli veya yabancı basın kuruluşları gibi görünüyor. Türkiye’de sendikalaşmanın zorluklarını düşünecek olursak anlaşılır ve normal bir durum. Öte yandan TGS internet sitesine bakıldığında TİS imzalamaktan ibaret olmayan, üyelerinin başka dertlerine de derman olmaya çalışan bir sendika görünümünde. Beyaz yaka örgütlenmesi için şart olduğu düşünülen bir diğer husus değil midir bu? Zaten muhtemelen biraz da bu sayede 1366 üyeyi tutabiliyor. Listedeki yetkili işyerlerinin toplam işçi sayısı 1366’nın epey altındadır gibi geldi bana.
TGS’ye de BBC grevcilerine de yolları açık olsun diyelim. Sınıf mücadelesinde öngörü yapmak zordur. Ne olacağı belli olmaz. Ancak BBC grevcilerinin başarılı olma potansiyellerinin yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnşallah çok uzamadan haklarını alır, işlerinin başına dönerler.
Grevciler çok merkezi bir yerdeler. Ziyaretlerine gitmeye, hal hatır sormaya devam edelim. Hele de grev uzar, mücadele çetrefilleşirse maddi-manevi ve eylemsel desteğimizi seferber edelim.
Bu önemli, nadide bir grev.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!
