Bir Cuma sabahı işe gittiğimde, benim de içerisinde görev aldığım iş sağlığı ve güvenliği (İSG) biriminde sıra dışı bir hareketlilik dikkatimi çekti. Saha gözetmeni arkadaşlar şantiyeye gitmemişti. Birim olması gerekenden daha kalabalıktı, kimilerinin yüzünden huzursuzluk kimilerinin yüzünden ise öfke okunuyordu. Havada direniş kokusu vardı…

Öncelikle bağlamı özetlemeliyim. Burası İstanbul’un ücra bir semtindeki bir şantiye. İSG birimi, inşaat sahasından iki km kadar uzakta, bir yandan Karadeniz’e bakan öbür yandan sahaya hâkim bir tepeye kurulu olan kamp alanı içinde yer alıyor. İşçilerin konakladığı koğuşlar, yemekhane ve idari birimler de bu alanda. İSG işçileri olarak bir ortak sağlık güvenlik birimine (OSGB) bağlı çalışıyoruz. Ben birimdeki iş yeri hekimlerinden biriyim. İSG biriminde aynı zamanda İSG uzmanları, İSG teknikerleri ve sağlık personelleri çalışıyor. Saha gözetmenleri ekibi, bazıları İSG uzmanı, çoğu ise İSG teknikeri olan arkadaşlardan müteşekkil. Şantiye sahasında sürekli gezip denetim yapıyor, uygunsuz çalışmaları raporlayıp ilgili yöneticilere bildiriyorlar. Diğer inşaat işçileriyle beraber kamp alanındaki koğuşlarda kalıyorlar.
Kamp alanıyla şantiye sahası arasındaki gidiş gelişler servisler aracılığıyla yapılıyor. Hem iki bölge arasındaki seviye farkı, hem sürekli iş makinesi ve kamyonlar tarafından kullanılması, hem de kaldırım bulunmaması sebebiyle bu yol yayaların kullanımına uygun değil. Saha gözetmeni arkadaşlarımız da ana yüklenici firmanın sağladığı servisleri kullanıyor. Yani kullanıyorlardı, bir vakte kadar.
Ana firma yeni bir karar alıyor ve artık İSG işçilerine servis sağlamayacağını bildiriyor. Diğer taşeron firmalar gibi OSGB firmasının da kendi işçileri için kendi imkanlarıyla servis sağlaması gerektiğini bildiriyor. OSGB ise sözleşmesine göre böyle bir sorumluluğu bulunmadığını söylüyor. Saha gözetmenleri iki gün boyunca yürüyerek sahaya gidip gelmek zorunda kalıyorlar. İnşaatta çalışan tüm işçilerin sağlığını ve güvenliğini iyileştirmeye dönük çalışmalar yapmakla yükümlü bir OSGB, kendi işçileri söz konusu olunca diğer firmalardan farksız bir şekilde duyarsızlaşıyor. Ama şaşırmıyoruz, hepsinin aynı olduğunu zaten biliyoruz. Nereden mi biliyoruz? Servis olayının bardağı taşıran son damla olduğundan, şimdiye kadar bardağın çoktan dolmuş olduğundan biliyoruz.
Saha gözetmenlerinin huzursuzluğu, sürekli aralarından birilerinin işten ayrılıp yenilerinin ekibe katılıyor olmasından belliydi. Biz sağlıkçılar olarak onların yaşadıkları sıkıntılarla çoğu zaman doğrudan muhatap olmadığımız için ancak uzaktan biliyorduk. Şimdiye kadar müdahil olmamış olmamız da bizim ayıbımız. Düzen bizi yalnızlaştırıyor, aramıza setler çekiyor. Patronlar her birimizle ayrı ayrı ilgilenmeyi pek seviyorlar. Dertleşmemizden korkuyorlar. Çünkü birbirimizin dertlerinden haberdar olduğumuzda, bunların aslında ne kadar benzeştiğini görüyoruz, hepimizin dertlerinin ortak kaynakları olduğunu fark ediyoruz. Maazallah birleşebiliriz. Artık anlıyorum ki birleşmeliyiz, tek çıkış yolumuz bu.
Üçüncü gün saha gözetmenleri ortak bir karar alarak servis sağlanmadan şantiye sahasına gitmeyeceklerini bildirdiler. İSG birim şefi, saha gözetmenlerini topladı ve servisi ayarlamaya çalışacaklarını, şimdilik idare etmeleri gerektiğini ifade ettiği bir konuşma yaptı. Ben bu konuşmayı duyunca daha fazla dayanamadım. Revirden çıktım ve yanlarına gittim. Şefe hitaben, servis olmadan o yoldan gidilemeyeceğini, arkadaşlarımızdan böyle bir şey beklenmesinin doğru olmadığını söyledim. Saha gözetmeni arkadaşlara da yaptıklarını doğru bulduğumu, ben de onların yerinde olsam aynı şeyi yapacağımı belirttim. Bunun üzerine toplantı sona erdi ve bir süre herkes kendi işine baktı. Patronun yönlendirmesiyle konuşan şefin talimatına rağmen kimse sahaya inmedi. Arkadaşlar dimdik durdular.
Çok geçmeden patron İSG birimine görüntülü olarak bağlandı ve saha gözetmenleriyle konuştu. Bilinen hikayeleri okudu: Servis sağlamak bizim sorumluluğumuz değil, sorunu çözmek için görüşmelerimiz devam ediyor, ancak bu arada sahanın boş kalmaması gerekiyor… Sahaya çıkılmadığı takdirde işten çıkarılacaklarını dahi ima etti.
Öğle arası olunca, kantinde oturmuş ne yapmaları gerektiğini istişare eden arkadaşların yanına gittim. Tek sorunlarının servis olmadığını, sabırlarının çoktan taşmış olduğunu o zaman daha iyi anladım. İşe girerken hepsine fazla mesai sözü verilmiş, onun için böyle düşük bir ücreti kabul etmişler. Ama pratikte fazla mesai yapamıyorlar ve asgari ücretten bir yemek parası kadar fazla olan maaşlarıyla yetinmek zorundalar. Bu asgari ücret fazlası miktarı da elden alıyorlar, yani sigortaları eksik yatırılıyor. İnşaat sahasında dinlenebilecekleri bir alanları yok. Tüm firmalarda olmasına rağmen İSG işçileri için dinlenip ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir alan tahsis edilmemiş. Bütün gün koca sahada dolaşıp ter döküyorlar, şimdi de yürüyerek gidip gelmeleri isteniyor. Ayrıca koğuşta kalmaktan şikayetçiler. Ana firmanın sağladığı koğuş bölgesi oldukça kalabalık ve temizliği yeterli düzeyde sağlanmıyor, zaman zaman böcek sorunu baş gösteriyor. İSG birimi olarak bu konu hakkında defalarca uyarı yapmış olmamıza rağmen istediğimiz standartları yakalayamadık. Bu mesele tüm işçileri ilgilendiren bir sorun olarak hala ortada duruyor.
Saha gözetmenleri koğuşlarda kalmalarıyla ilgili başka bir noktaya daha dikkat çekiyorlar, hatta bunun koğuşların genel koşullarından daha önemli olduğunu belirtiyorlar: İnşaat işçileriyle aynı koğuşlarda kalmak. Bu konu beni biraz düşündürüyor. İSG işçileri olarak beyaz yaka ayrıcalıklarını talep etmek, hem de mavi yakalılardan şikâyet eder şekilde, beni biraz düşündürüyor. Sağlık birimiyle güvenlik biriminin birlik olmasına benzer şekilde, beyaz yakalılarla mavi yakalıların birlik olması gibi idealler geçiyor aklımdan. Ama arkadaşlar kendilerini böyle düşünmeye sevk eden çok somut olaylar aktarıyorlar. Aralarından en az iki tanesi sert birer tartışma sonucu ciddi tehditlere maruz kalmış. Her gün yaşanan ufak tefek sürtüşmeleri hiç saymıyorlar bile. Daha önce birkaç inşaat işçisiyle kavga etmesi sebebiyle işten ayrılmak zorunda kalmış bir arkadaşımız dahi olmuştu. O olayı hatırlayıp zamanında arkadaşımızla yeterince dertleşmediğim için hayıflanıyorum. İSG işçileriyle inşaat işçilerinin çatışması maalesef alıştığımız bir olgu. İSG kurallarının uygulanmasına dönük uyarılarımız genelde sıcak karşılık bulmuyor. Kendilerine “gereksiz” maliyetler çıkardığımız patronların ve firma yöneticilerinin bizden neden haz etmediğini anlamak zor değil. Ama işçiler söz konusu olunca iş biraz daha karmaşıklaşıyor. Düzen öyle bir işliyor ki, uygunsuz bir çalışma bildirildiği zaman sanki İSG işçileri inşaat işçilerini ispiyonluyor gibi bir algı oluşuyor. Firma yöneticileri işçileri İSG’cilere karşı korkutuyor ve kışkırtıyor. İSG tarafı ise maalesef inşaat işçisinin koşullarını anlamaktan aciz bir şekilde işçi kesimini suçluyor. Her neyse, bu mesele çok su götürür…
Dertlerini izah ettikten sonra, hep beraber istifa etmeyi düşündüklerini ilettiler bana. Ben ise burada kalıp sorunların çözümü için beraber mücadele edebileceğimizi söyledim. Sabahki gibi bir dik duruş pek çok şeyi değiştirebilirdi. Sendikalaşmaya karar verdik. Hiç tanımadığımız bilmediğimiz, yalnızca sosyal medyada rastladığımız bağımsız bir sendika olan İSG-SEN’e topluca üye olduk. Sendika başkanı aynı gün içerisinde patronla bir telefon görüşmesi yaptı. Durumun ciddiyetini ancak anlayabilen patron saha gözetmenleriyle toplantı yapmak, taleplerini dinlemek üzere ertesi gün, Cumartesi günü şantiyeye geldi. İSG-SEN beklentilerimizin çok üzerinde bir performansla arkamızda durdu. Sendikalar hakkında anlatılan olumsuz hikayelerin aksine çok güzel bir örneklik sergiledi.
Servis sorunu hemen o gün çözüldü. Sevgili patronumuz bu şekilde işin devam edemeyeceğini anlayıp kendi sorumluluğu olmadığını iddia ettiği bu meseleyi çözdü. Koğuş sistemi yerine dışarıda bir ev tutulacağı, sahada bir dinlenme alanı oluşturulacağı ve maaşların iyileştirileceği hususlarında söz verdi. Patronumuz tutumludur, bir kuruşunu dahi gereksiz yere harcamayı sevmez. Ama bu toplantıdaki tavrı önceki gün uzaktan gerçekleşen toplantıya göre çok daha olumluydu. İşi bir günlüğüne durdurmanın nelere kadir olduğunu hep beraber gördük.
…
Aradan tam üç ay geçti. Direniş hatıramı tamamlamak için sonuçların neler olacağını görmek istemiştim. Tahmin ettiğimden daha çok beklemem gerekti. En sonunda direnmenin belli bir anda başlayıp belli bir anda biten bir olgu olmadığını, hayatlarımıza mündemiç bir süreç olduğunu idrak ettim ve yazıyı tamamlamak için bilgisayar başına oturdum.
İlk birkaç haftada İSG birimi sıcaklığını korudu. Sözlerin yerine getirilmesini bekleyen saha gözetmenleri tetikteydi. Servis konusunda o günden sonra herhangi bir sorun yaşanmadı. Sahadaki dinlenme alanı için ihtiyacı pek karşılamayan iki kişilik bir mobo kabin getirildi. Maaşlarda ufak bir iyileştirme yapıldı. Kalacak bir ev bulunması için arkadaşlarla beraber epey bir araştırma yaptık ve sonunda makul seçenekler oluştu. Ama toplantıda “siz evi bulun ben söz tutacağım” diyen patron verdiği sözde durmadı. Mesele sürüncemede bırakıldı ve sonunda ev sözü koğuşlardaki şartların iyileştirilmesine tahvil edildi. Yani istenilen her şey gerçekleşmemiş olsa da birtakım kazanımlar elde edildi. Tabi tüm bunlar sürece yayılmış bir şekilde yavaş yavaş gerçekleşti.
Ne var ki saha gözetmeni arkadaşlarımız bir bir işten ayrılmaya devam ettiler. Çoğunluğu daha iyi iş fırsatları bularak aramızdan ayrıldı. Kalanlar ve yeni işe giren arkadaşlar eskisine göre bir nebze de olsa daha iyi koşullara sahipler. Ama yine sarf ettikleri emeğin hakkını alamıyorlar. Yine yaptıkları işe değer verilmiyor. Yine huzursuzlar, haklı olarak.
Huzursuzuz hepimiz. Huzursuzluğumuzun sebebi kendi işyerlerimizde yaşadığımız tekil sorunlara indirgenemez. Hangi kapıyı çalarsak çalalım benzer haksızlıklarla karşılaşmak bize bir kader olarak dayatıldığı için huzursuzuz. Emeğimiz yalnızca münferit olaylarla değil aynı zamanda sistematik olarak sömürüldüğü için huzursuzuz.
Öte yandan, arkadaşlarımızla yaşadığımız deneyimin beklemediğimiz bir şekilde bize huzur da verdiğini düşünüyorum. Nasıl gelmişse öyle gider umursamazlığı sahte bir huzur maskesi takıyor insanın suratına. Bu noktada huzursuz olmak ve huzursuz etmek, sahici bir huzura erişmeye gebe pratikler olarak çıkıyor karşımıza. Maskemizi çıkarıp huzursuzluğumuzu ilan ettik ve bizi huzursuz edenleri huzursuz ettik. İşte o an herkesin maskesi düştü. Kaya gibi sağlam zannettiklerimiz çözüldü, dağıldı. Zayıf bırakılmış olanlar özgüven kazandı, susmadı konuştu.
Kim bilir memleketin ücra köşelerinde ne huzursuzluklar, ne huzursuz etmeler yaşanıyor. Birçoklarını hiç duymuyoruz bile. Bizimki de böyle ufak çaplı bir deneyimdi. Yani size ufak görünüyor olabilir. Ama bizler için epey iriceydi. O huzur dolu anlar belleğimize kazındı. Tadı damağımızda kaldı. Kim bilir bu ufak deneyimi yaşayanlar yarın memleketin hangi ücra köşesinde ne huzursuzluklara, ne huzursuz etmelere vesile olacak.
[…] “İSG Biriminde Direniş” başlıklı yazımda bahsettiğim işyeriyle yollarımızı ayırdık. İşten ayrılırken, patronların ve firmadaki tüm işçilerin bulunduğu ortak whatsapp grubundan bir veda mesajı yazmak istedim. Hem yaşadıklarımdan sonra yutkunup susmadan içimden geldiği gibi konuşabilmek, hem de beraber çalıştığımız, dertleştiğimiz, direndiğimiz arkadaşlarımın yüreklerine su serpmek için, açıktan söylenmesi gerekenleri, açıktan söylemeye karar verdim. Bir veda mesajı yazarak hissiyatımı ifade ettim. Yasaklı bölgede konuştum. Bu da patronlarıma dert olsun! […]
BeğenBeğen